Türkler, asıl büyük kıyım ve kırımları göçler sırasında yaşamışlardır. Her göç, Türkler için bir trajedi olmuştur.
Bu gelişmeleri fırsat bilen birçok millet, tarihle hesaplaşmış; evrensel hukuktan ve milletler arası kurumlardan yararlanarak kayıplarını telafi etmeye çalışmıştır. 20. yüzyılın en çok kaybeden milleti olan Türkler ise, kaybetmeye devam etmişlerdir. Onun için 5 Ekim 1938 tarihinde kurşuna dizilerek öldürülen ünlü Özbek şairi A.Çolpan:
Kıtlık, salgın hastalık, kuraklık gibi tabii afetler sebebiyle meydana gelen göçler, asıl itibariyle bir umuda, hayale, hayata yolculuktur.
Ancak, insanlara, yaşadıkları coğrafyada hayat hakkı verilmemesi dolayısıyla meydana gelen mecburi göçlerde, genellikle acı, ezilmişlik, vahşet, katliam ve ayaklar altına alınan insanlık onuru vardır. Bu tür göçler, aslında birer sürgündür. Başka bir deyişle, bu tür göçler, vahşetten, zulümden, ölümden kaçıştır.
Türklerin adaletini ve hoşgörüsünü tanıyan yerli halklardan birçoğu, savaşmadan Osmanlı’ya tabi olmayı kabul etmiş ve Türklerin adaletine sığınarak dillerini, dinlerini, kültürlerini korumuş, yaşatmışlardır.
Türkler tarafından fethedilen geniş coğrafyada, yüzyıllar boyu, Türkler ile diğer milletlerle birlikte, barış ve adalet içinde kardeşçe yaşamışlardır.
Yüzyıllarca dünyanın tek süper gücü olan Osmanlı Devleti, gerilemeye ve toprak kaybetmeye başlayınca, Türkler önemli ölçüde göç olgusuyla karşı karşıya kalmışlardır.
İşte içinde büyük trajedileri, soykırımları barındıran bu göçlerin önemli bir bölümü Balkanlarda yaşanmıştır.
1687′dekı bu olay sırasında, Üsküp’te yaşama imkanı bulamayan Türkler, göçmek ya da kaçmak zorunda kalmış ve İstanbul’a gelerek Unkapanı civarında bir mahalle kurmuşlardır. Bu olay ve 1687 tarihi, Rumeli’den Anadolu’ya doğru yapılan göçlerin başlangıcını oluşturmuştur.
Bu savaş sırasında ve sonrasında bir buçuk milyon İnsan göç etmek zorunda kalmıştır. Hiçbir can güvenliği olmadan yollara çıkan bu insanlar, göç yolunda saldırılara uğramış; işkenceye, tecavüze ve her türlü insanlık dışı uygulamaya maruz kalmış, büyük bir kısmı yollarda öldürülmüştür.
Türkler ancak İşkodra, Yanya ve Edirne’de direnebilmişlerdir. Savaş sırasında sivil Müslüman halk katliama uğramış, kaçabilenler canlarını kurtarmış ve İstanbul’a, Anadolu’ya yönelen yeni bir göç dalgası oluşmuştur.
Balkan savaşlarından sonra Osmanlı Devleti, Avrupa’daki topraklarının % 83′ünü, Avrupa’daki nüfusunun ise % 69′unu kaybetmiştir.
” Yolda dört yüz cesede rastladım. Üst üste yığılmışlardı ve hepsi çıplaktı. Kadın, erkek, çocuk hepsi önce karda, soğukta çıplak bırakılmış, sonra öldürülmüşlerdi. Bunların içinden iki yaşında bir çocuğu ben kurtardım” demektedir.
Örneğin bu belgelerden biri, Petersburg’da İngiliz Büyükelçisi Loftus tarafından Rus Dış İşleri Bakanı Gortchakow‘a verilen notadır. Bu notada:
Bu 600.000 kişinin 200.000′inin Bulgar çeteleri tarafından katledildiği tahmin edilmektedir. 1821′deki Yunan ayaklanması ve bu ayaklanmaya ile birlikte başlatılan “etnik temizlik”, daha sonra uygulanan sürgün ve soykırımın başarılı bir örneğini oluşturmuştur!
örneğin, Girit’te 1821′de 160.000 Müslüman, 129.000 Hıristiyan yaşarken, 1911′de Müslüman nüfus 28. 000, Hıristiyan nüfus ise 307.000 olmuştur.
J. McCharty de 1829 ile 1923 yılları arasında Balkanlarda 5.000.000 sivil nüfusun eridiğini, yok olduğunu belirtmektedir.
Eriyen ve yok olan bu sivil nüfusun tamamına yakını Müslümanlardan oluşmaktadır.
1923 mübadelesinde Yunanistan’dan yaklaşık olarak 500.000 insan Türkiye’ye geldi. Yunanistan’da baskı ve zulüm gördükleri için, 1952-1969 yılları arasında mübadele anlaşmaları dışında 25.000 kişi daha Türkiye’ye göçmek, kaçmak zorunda kaldı.
1925-1949 yıllan arasında 220.000,
1950-52 yıllan arasında 155.000,
1968-79 yılları arasında 115.000,
1989 yılında ise yaklaşık olarak 230.000 kişi Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı.
Dönemin Bulgar yöneticileri, Türklerin en temel insani haklarını ellerinden aldılar. İsimlerini değiştirdiler, dillerini yasakladılar, mezarlıklarına müdahale ettiler, tarîhi ve mimarî eserlerini yıktılar, dinî ve millî kimliklerini yok etmek için büyük baskılar, sindirme ve asimilasyon politikalar uyguladılar.
Belene kampından dünya basınına yansıyan görüntüler ise, insanın tüylerini ürperten bir vahşet ve insanlık ayıbı olarak tarihde ki yerini aldı. Bu soykırımdan kaçanlarla birlikte, Cumhuriyet döneminde Bulgaristan’dan
Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan insan sayısı yaklaşık olarak 800.000′e ulaştı. Bu rakam, Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde aldığı göçlerin yaklaşık olarak % 48′ini oluşturmaktadır. Ayrıca Cumhuriyet döneminde Yugoslavya’dan 305.000, Romanya’dan 120.000 kişi Türkiye’ye göçtü.
Bosna-Hersek ve diğer yerlerde büyük bir soykırım gerçekleştirdiler. Avrupa’nın ortasında gerçekleştirilen bu soykırımın görüntüleri bütün dünya gazetelerinde ve televizyonlarında yayınlandı.
Âdeta canlı, yayınlarda soykırımlar yapılmaktaydı. Ancak öldürülenler Müslümanlar, olunca bütün dünya, Sırplar amaçlarına ulaşıncaya kadar seyretti. Bu vahşetten kaçabilen 20.000 insan Türkiye’ye getirildi.
Bir bölümü Kırklareli’ndeki göçmen kamplarına, bir bölümü de İstanbul’un çeşitli semtlerinde oturan akrabalarının yanına yerleştirildi.
Bütün zorlukların , acı ve trajedilerle dolu hikâyelerine rağmen, şunu da belirtmek gerekir ki, göçlerin Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük rolü olmuştur. Önce 13. yüzyılda Moğollardan kaçarak gelenler, daha sonra da 19 ve 20. yüzyılarında ki göçlerle gelenler Anadolu’nun Türkleşmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
www.iskenderkazaz.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder