1 Aralık 2012, Latin
Alfabesi'nin kabulunun 84'üncü yıl dönümü...
Arap Harflerine geri
dönme çabasının gösterildiği bir dönemdeyiz.Kur’an kursu adı altında Din öğretme bahanesi (Hoş din
öğrenilmez yaşanır) ile dindar nesil yetiştireceğiz (Sanki Türk Milleti
Dinsiz,Sanki Türk Milleti Allah Tanımaz bir milletmiş gibi)Türk Milletini,
Dünya Medeniyetinden uzaklaştırmak,sözde ulema tarikat şurekasının,Kur’an-ı
Azümü şan’a şirk koşarak Kendilerinin tarikat
ve mezhep anlayış ve kurallarını din icabı diye yutturması ile halkı cahil ve köle yapma gayretindekilerin telkini ile
ülkemizi sonu belli olmayan bir maceraya iterken bu oyunu göremeyen ve büyük
bir gaflet içinde ki sözüm ona aydın siyasilerimize ithaf olunur.
Aşağıda, Sevgili Alper Ömeroğlu'nun yazdığı müthiş yazıyı bulacak,öğrenecekbir o kadar da iç burukluğu yaşayacaksınız.
Yıl 1922-1923
Yazıda Latin harfleri reformu
Mustafa Kemal’e sorulur.
Cevap: “Henüz erken…”
Ondan önce yapılacak çok şey var.
Henüz millet olduğundan haberi olmayan bir halkla,
halifenin ve saltanatın yeniden eskisi gibi güçlenmesi için uğraşanlarla,
dünya savaşı sırası ve öncesinde
İngilizler ve diğer Avrupa devletleri ile ticari varlığını güçlendiren,
şimdi de varlık mücadelesi veren,
verirken de her şeyi göze alan ve hatta bağımsızlıktan bile ödün
verebilen tüccarlarla,
tekrar iktidara gelip de rövanşı
almak isteyen İttihatçılar ile Milli Mücadele' nin yapıldığı bir dönemde,
Harf Devrimi için vakit daha
erkendi.
Önce diğerlerinin acılarla dolu yüzyıllar içerisinde oluşturdukları
ulusları gibi bir ulusu birkaç senede oluşturmak gerekiyordu. Saltanatı,
hilafeti kaldırmak bile bunun yanında çocuk oyuncağıydı.
BEŞ YIL SONRA, MAYIS 1928 :
Yeni Türkiye Cumhuriyeti' nde
görülmemiş şeyler yaşanıyordu. Yenilikler ardı sıra geliyordu. Bazı çevreler,
çağdaşlaşma konusunda acele edildiğini ileri sürerek Mustafa Kemal' i ve
hükümeti eleştiriyordu.
Muhittin Baha Bey arkadaşları ile
sohbetteydi.
Konu: yeniliklerin zamansız
uygulamaya geçmesi.
Muhittin Baha Bey sakin bir sesle
arkadaşlarına sorar:
- Batı uygarlığı ortaçağdan çıkıp
da bugünkü durumuna kaç yılda geldi?
Eleştiri yapanların eleştirilerine
tasdik olacak cevap hazırdı:
- En az üç yüz yılda.
Muhittin Baha Bey yavaşça ayağa
kalkar ve oturanlara tepeden bakarak,
- Bre insafsızlar! Bizim bu kadar
bekleyecek vaktimiz, halimiz var mı? Tabii acele edeceğiz. Bunu idrak etmek
için zekaya ihtiyaç yok!
Aynı saatlerde Mustafa Kemal İsmet
Paşa' yı köşke davet eder. Her zamanki gibi çalışma odasına kapanırlar.
- İsmet, üç yıldır
geçiştiriyorsun, bu gün şu yeni alfabe sorununu enine boyuna tartışalım,
olumlu, olumsuz, kesin karara varalım olur mu?
- Hay hay.
Saatler geçer, Gazi, çağdaşlaşma,
özellikle de milli egemenlik, demokrasi bakımından okur-yazar bir halk ile
bilgisiz bir halk arasındaki büyük, derin, tehlikeli farkı somut örneklerle
anlattır ve sözlerini şöyle bitirir:
- Okumayan yazamayan, yurttaş
olamamış bir halkla, bu ülkeden ortaçağı yok etmeyi nasıl gerçekleştiririz?
Cumhuriyeti nasıl koruruz? Sağlıklı bir demokrasiyi nasıl
gerçekleştiririz? Derviş Vahdetiler, Ali Kemaller, Damat Feritler, Şeyh
Saitler bunları kolayca etkiler, bağnazlığa hurafelere, yanlışlıklara
yönlendirir. Sonuç, Cumhuriyeti bile tehlikeye sokar. Bence artık halka kolay
bir okuma-yazma anahtarı vermek zorundayız. Geç bile kaldık.
Odaya kapanalı yedi saat olmuştu.
İsmet Paşa sakin bir tavırla Gazi' nin gözünün içerisine bakıyordu. Gazi bu
bakışı tanıyordu. Neredeyse üç yıldır bu konu hakkında zaman zaman
arkadaşıyla konuşmuş ve onun konu hakkındaki fikirlerini tartmaya çalışmıştı.
İsmet Paşa' nın olumsuz görüşleri hep bu bakış sonrası gelmişti.
- Haklısın
Gazi bu sefer şaşırır.
- Yani?
- Yeni bir alfabe hazırlamak ve
uygulamak gerektiğini kabul ediyorum. Ama uygulamada aşama aşama ve yavaş
gidelim.
Gazi' nin gözleri parladı. İsmet
Paşa da bu bakışı çok iyi biliyordu. Gazi gülümsedi,
- İşin o yanını ayrıca konuşuruz.
5 GÜN SONRA, 20 MAYIS 1928
Başbakanlık ve bakanlar kurulu
Eğitim Bakanlığı'nın alfabe konusunu incelemek üzere bir kurulun kurulmasına karar
verdi. Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Uğural, Kurul Başkanı: Falih Rıfkı
Atay.
2 AY SONRA, 1 AĞUSTOS 1928
Falih Rıfkı Atay görevini başarı
ile yapmış bir insanın özgüveni ile Gazi'ye raporunu sunar. Gazi elini rapor
üzerinde gezdirir ve sorar:
-Yeni yazıyı uygulamak için ne
düşündünüz?
Cevap hazır ve nettir. Kurul iki
ay boyunca neredeyse uykusuz ve dinlenmeksizin çalışmış, bir çok fikir
ayrılıkları bertaraf edilmişti. Fikir ayrılıkları sadece kurulda yoktu,
toplumun az sayıdaki aydınları arasında bile ayrılıklar uçurum halindeydi.
İstanbul Üniversitesinin eski hocalarından bazıları, eğer alfabe değişirse,
kalemlerini kırıp tek satır bile yeni yazı yazmayacaklarını açıklamışlardı.
İki ayda böylesi ayrılıklar bile bütünlüğe dönüştürülmüştü.
- Raporumuzda biri beş yıllık,
biri de on beş yıllık iki öneri var.
Gazi kesin bir sesle,
- Bu ya üç ayda olur, ya da hiç
olmaz. der…
Falih Rıfkı bakakalır, Gazi devam
eder...
- Çocuğum, gazetelerde yarım sütun
eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu alıştığı, bildiği yazıyı okuyacaktır.
Arada, bir savaş, bir iç kriz, bir terslik oldu mu, bizim yazı da Enver' in
yazısına döner. Hemen terk olunuverir.
Gazi ona inanlarla birlikte
gerçekleştirdiği tüm yenilikleri, içte ve dıştaki uygulamaların başarılarını,
başarı şartlarını, başarısızlıklarını ve başarısızlık sebeplerini inceleyerek
ve irdeleyerek gerçekleştirmekteydi. Alfabe reformu için de bu geçerliydi.
Türkiye'de alfabe üzerine
değişiklikler ve reform önerileri 19. yüzyıl ortalarından itibaren
duyulmaya başladı. Öneriler ikiye ayrılıyordu:
· Osmanlıca yazısının düzeltilmesini isteyenler,
· Latin alfabesinin kabulünü isteyenler.
Osmanlıca yazısının düzeltilmesini
isteyenlerin başlıca gerekçesi, bu yazının Türkçe' nin ünlü seslerini ifade
etmekte yetersiz kalması oluyordu.
Latin alfabesinin Türkçe' ye
uyarlanması görüşü ilk kez 1860'lı yıllarda Azerbaycan' lı Feth Ali
Ahundzade tarafından ortaya atıldı.
1908-1911 döneminde Latin esaslı
yeni Arnavut alfabesinin benimsenmesi, Türk aydınları arasında da yoğun
tartışmalara neden oluyor.
1911'de hocaların Latin
harflerinin şeriata aykırı olduğuna dair fetvasına karşı İttihat ve
Terakki Cemiyeti'nin Arnavut kolu Latin esaslı alfabeyi kabul ediyordu.
1911 yılında Manastır-Bitola' da Latin harfleriyle basılan ESAS adında ilk
Türkçe gazete yayınlanmıştı.
Ama bildiğimiz gibi, bizim
ittihatçıların ne yapacağı belli olmuyor,
1914 yılında Kılıçzade Hakkı'nın
Latin harflerinin yavaş yavaş kullanılmalarını öneren ve bu değişikliğin
kaçınılmaz olduğunu ileri süren beş makalenin yayınladığı Hürriyet-i
Fikriye adlı dergiİttihat ve Terakki Partisi tarafından toplatıldı.
Gazi için hedef belliyken durması
mümkün değildi. Belirlediği süre ÜÇ AY. Gerçekleştirmek istediği her yenilik
için belirlediği süre ancak aylar ile hesaplanabiliyordu. Her yenilikte
yaptığı gibi halkın nabzını yokluyordu. Önce bir kaç akşam dost
toplantılarında yakın arkadaşları, sonra yeniliğe açık toplum kesimleri,
sonra bilinmezler içerisinde bilmeye çalışmak. Keşke daha fazla zamanı
olsaydı ama Muhittin Baha Bey'in dediği gibi, " Bre insafsızlar! Bizim
bu kadar bekleyecek vaktimiz, halimiz var mı?"
İlk yoklama 8 GÜN sonra, Gülhane
Parkın' daki bir eğlence gecesinde. Gazi'nin yaptığı konuşma 2 GÜN sonra
gazetelere çıkar. Eğitim ailesi haberi sevinçle karşılar. Aynı gün Dolmabahçe
Sarayı'na yazı tahtası kurulur, bazı milletvekillerine ve
cumhurbaşkanlığı görevlilerine yeni yazı hakkında ders verilmeye başlanır.
Bundan sonra yazı tahtası Gazi'nin evindeki davetlerde, eğlencelerde, tüm
yurt gezilerinde en yakın yol arkadaşı olacaktı.
Yurtta yeni yazı seferberliği
başlar. Her kurum, kuruluş yeni yazının yayılması için çalışacak, bazı
gazeteler yeni yazı dersleri yayımlayacaklardı. Bu reform diğerlerinden çok
farklıydı. Okuma yazma oranı % 7 idi. Bu oran, alınacak reform kararı ile
neredeyse % 0'a inecekti. Sadece gazeteler, kitaplar ve evraklar değil,
dükkan tabelaları, tramvayların üzerindeki levhalar, sokak isimlikleri ve
hatta muhtar mühürleri; yokluk içerisindeki yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde
herşey yeni yazı ile değiştirilecekti.
Devlet dairelerinde yeni yazı
kursları açıldı. Diyanet Başkanı' nın kızı Süreyya Hanım gibi Cumhuriyet
kadınları ev ev dolaşıp kadınlara yeni alfabeyi ve hatta okuma-yazmayı
öğretmeye çalışıyorlardı.
Alfabe kurulunun çok kısa sürede
hazırladığı "Yeni Türk Alfabesi" kitapçığı kapışılıyor ve tekrar
tekrar basılıyordu.
Gazi'nin yurt gezileri yerel
kurumlar için sorun olmuştu. Gazi her gittiği şehirde validen hademeye kadar
tüm devlet görevlilerine sınav yapıyordu. Gazi'nin gezi tarihlerini bilmek
altın değerindeydi. Gazi gelmeden kursları aksatanlara bir telaş düşmekte,
kurs öğretmenlerine ek dersler için diller dökülmekteydi.
Gazi, Zeki Bey' e ilginç bir
teklif sunar: "Harfler Marşı". Teklifi sunduğu gece Zeki
Bey köşkün piyanosunda bestesini yapar. Gazi, marşa bayılır. Ertesi gün bando
meclisin önünde toplanmıştır. Yeni marşın müziğini çalmaktadır. Mustafa Kemal,
meclisin bahçesinde toplanan vekillere marşın sözlerinin yazdığı kağıtları
heyecan ile dağıtır ve onlarla marşı söylemeye başlar. Seyreden halka döner
neşeyle
-Hadi gelin birlikte söyleyelim.
Der...
Cumhuriyet o günlerde farklıdır.
Yeni Cumhuriyetin, toplumun o güne kadar rastlamadığı yeni ve farklı bir
cumhurbaşkanı vardır. Yeni harfler, milletin ve vekillerinin
sesleri ile Ankara Ulus meydanından tüm yurda ulaşacaktır.
Hani derler ya, “Mustafa Kemal ve
arkadaşları” diye, o arkadaşların arasında Cumhuriyet için gönül vermiş ne
kahramanlar vardır. Başkaları dervişlerini, şeyhlerini anmak için
Cumhuriyetin başkentinde anma törenleri yaparken, Cumhuriyetin başbakanları,
bakanları ve hatta Cumhurbaşkanı bu törenlerde güzel ve anlamlı konuşmalar
yaparken, bu kahramanların isimleri tıpkı kendileri gibi caddelerin
sokakların isim tabelalarında sessizce dururlar. Bizim gibileri de onların
isimlerini sadece adres verirken zikreder.
Herşeyde eksiği olan Yeni Türkiye
Cumhuriyeti' nin en büyük eksiği öğretmendi. Milli Eğitim Bakanı Necati Bey
telaş içerisindeydi. Yeni alfabeyi ve okuma-yazmayı millete öğreteceklere ve
öğreneceklere yeni okullar gerekmekteydi. Bugün Gazi Eğitim Enstitüsü olarak
bilinen binanın ve yüzlerce "Millet Mektebi" diye adlandırılan
okulların Mustafa Kemal'in belirttiği süre içerisinde bitirilmesi
gerekmekteydi. Sadece bina mı? Okuma-yazma kitapları, defterler, kalemler,
sıralar, kara tahtalar, tebeşirler. Bunlar bugün bizlere basit malzemeler
gibi gelse de, o gün toplumun neredeyse tamamının görmediği, görse de dokunmadığı
gereçlerdi ve herşey gibi onlar da yoktu ve yoktan var edilmeliydi. Necati
Bey çok yorgundu, bu yorgunluğu onu hastalandırmıştı ama onu durduramamıştı.
Meclis yeni Türk Harfleri ile ilgili kanunu bir çıkarabilse, onun ne
yorgunluğu ne de hastalığı kalacaktı. Yaptığı insan üzeri çalışmalar ile var
olan öğretmenler ve onlara ek olarak öğretmenlik yapacak bazı devlet
memurları yasadan önce yeni alfabeyi öğrenmişlerdi bile.
Tam da Gazi' nin dediği gibi ÜÇ AY
sonra 03 KASIM 1928' de kanun mecliste kabul edildi. Mustafa Kemal kadar
Necati Bey de çocuklar gibi neşe içerisindeydi. Bu kanun ile yaptıklarının
kat be katı yapacak işleri olan bir insanın bu kadar neşeli olması ancak,
bugün özlemini duyduğumuz Cumhuriyet sevgisinden başka bir şey değildi. Yeni
kanun ile tüm devlet işlemleri 7 ay içerisinde tamamen yeni alfabe ile
yapılacaktı. Bu dev bir işti. Tüm devlet belgelerinde, dokümanlarında eski
yazının ortadan kalkması, tüm basım evlerinin yeni harf klişeleri ile
kendilerini yenilemeleri, daktilo makinelerinde Türk standardının
oluşturulması, devlet dairelerinin isimlerinden Farsça ve Arapça isimlerin
kaldırılması. Hepsi için sadece bir kaç ay. İlginç günler yaşanıyordu.
İstanbul'da bazı esnaf yeni yazıyı tabelalarında eski yazı ile birlikte
kullanırlar. Sabah kalktıklarında eski yazının siyah boya ile kapandığını
görürler.
Bugün konuşulanlar o gün de
konuşulmaktaydı. Gazeteci Nizamettin Bey,
-Bütün devrimlerimiz üstyapı
devrimleri, altyapı devrimlerini yapamadık. Bütün sorunlarımızın nedeni bu,
der. Der de, yanlış adama der.
Necati Bey koltuğundan doğrulur ve
aydınların toplumdan ve ülke şartlarından kopukluklarından, bu kopukluklarına
rağmen ahkam kesmelerinden bıkmış halde konuşur.
-Toplumsal olayları çözümlemek
kolay değil dostum. Hele önyargıyla, ideolojik kalıplara vurarak gerçeği
yakalamak daha da zor. Altyapı diyorsun ya, onun da bir altyapısı var. İnsan.
Toplum ilkel, geri, cahil ise altyapı-üstyapı tartışmalarının ne anlamı var?
Biz Cumhuriyet toplumunu oluşturmak için çabalıyoruz. Milleti ortaçağın
pençesinden kurtarmaya çalışıyoruz. Uyanmış halkla birlikte kalkınmak için
birçok yollar buluyoruz. Geleceği ancak böyle güven altına alabiliriz. Bence
çayını içtikten sonra şöyle bir Ankara'da dolaş, sonra gel bir daha
konuşuruz.
Necati Bey başarmıştı, Millet
Mektepleri hazırdı. Afişler her yanda, tellallar sokakta, halkı Millet
Mekteplerine çağırıyordu. Mektebin olmadığı yerlerde Valilik dahil tüm devlet
kurumları kullanılacaktı. 01 OCAK 1929 da Millet Mektepleri açılacaktı ve o
gün Necati Bey'in bayramı olacaktı. Basın 01 OCAK gününü "eğitim
bayramı" diye adlandıracaktı.
Ve o gün geldi. 01 OCAK 1929
Gazi bu büyük gün için
hazırlanıyordu, her ilde, ilçede, köyde bu gün bayram şenliği içerisinde
kutlanacaktı. Gazi'nin neşesine diyecek yoktu. Tevfik Bey yatak odasına girdi
ve kekelemeye başladı.
Gazi kahvesini sehpaya bıraktı.
- Söyle çocuk.
-Necati Bey'i ... Yazık ki...
Biraz önce hastaneden aradılar
Ağlayarak sustu. Gazi'den duymadıkları
bir feryat yükseldi.
-Hayııırr!
O da ağlamaya başladı.
O gün Mustafa Necati Uğural' ın
bayramıydı. Ruhu şad olsun diye hiç bir program aksatılmadı. Harf Devrimi'
nin en büyük adımı olan Millet Mektepleri törenlerle açıldı. Halkın yüksek
katılımı, okunan her harf ve cümle Necati Bey için bir duaydı.
OCAK ayında, sadece bir ay
içerisinde, 856.000 kişi kursa katılacak ve yeni alfabe ile ilk
kez okuma-yazma öğrenecekti. İsmet Paşa, vekiller ve bakanlar ile yaptığı bir
toplantıda bu müthiş devrimin nasıl yapıldığından bahsederken, Mustafa Kemal
için "adeta bir baş öğretmen gibi çalıştı" diyecekti. Milli Eğitim
Bakanı Necati Bey'den bahsederken de göz yaşları birikecek ve "nerede
kaldı bu çaylar" diye bağırarak odadan ayrılacak, gözlerinin kızarıklığı
azalana kadar da geri dönmeyecekti.
Ankara Sıhhiye semtindeki Ordu
evinden başlayıp, Anıttepe' deki Polis evinde biten bir cadde var. Benim için
son derece önemli bir caddeydi. Çünkü bisikletimi kaldırımlarında sürdüğüm,
ilk Mister No kitabını satın aldığım, ilkokulumun üzerinde bulunduğu,
çocukluğumun geçtiği bir cadde. Bu konferansı hazırlama görevini aldıktan
sonra öğrendiklerimle ise artık benim için "ANLAMLI" bir cadde. O
caddenin tabelası üzerinde bir kahramanın ismi yazıyor. Sessizce.
BAŞÖĞRETMEN Mustafa Kemal'in
arkadaşı. “NECATİ BEY.”
Alper ÖMEROĞLU
|
26 Ekim 2012 Cuma
HARF DEVRİMİ TEHLİKEDE Mİ?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder