EVRENİN
DİNİ-AKHENATON’UN DİNİ BUGÜNKÜ HÂKİM DİNLERİN TEMELİDİR
Değerli okurlarım bir araştırmacının bir yazısını size sunmak
isterim.İsmini katdetmemişim ama yinede kendisinin iznini isterim.
Biz Müslümanların
önemle kullandığımız; “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden abdühu ve resulühu” dediğimizde İslam dininin ilk şartını yerine
getirmiş oluyoruz.
Kelime-i Şehadet
söylenmeden, hiç kimsenin İslam dinine girmiş sayılmadığı, ondan diğer
vecibelerin beklenemeyeceği bir gerçek.
Anlamı da genellikle
bilinir, ama tekrarlamakta fayda var. “Şehadet
ederim ki, Allahtan başka ilah yoktur, ve Hz. Muhammed de onun kulu ve
elçisidir.”
Şimdi M.S. 600’lerde
ortaya çıkan ya da çıktığını zannettiğimiz bu sözün, biraz farklı da olsa,
ortaya çıkmasından tam 2000 sene önceki halini görelim.
“Aton’dan başka
Tanrı yoktur, Akhenaton onun elçisidir ve ışığını bize ulaştırır.”
İlginç değil mi?Peki
kim bu Akhenaton?
AKHENATON
Akhenaton tahta çıktığındaki
adı 4. Amenhotep(Amenofis)’ti. (hani her duanın ardından söylediğimiz AMİN
kelimesinin ana kaynağı- bilinçli ya da bilinçsiz bu firavunun anısını taze
tutmak için kullanılıyor bence hem de 3000 yıla yakın zamandır.Bütün semavi
dinler kimi amen der kimi amin şeklinde bunu kullanıyor tesadüf mü acaba?)
Diğer firavunlarla
karşılaştırdığımız zaman, hakkında çok az şey biliyoruz. Çünkü Akhenaton’un adı
ardılları tarafından tarihten silindi. Hatta, bu eski Mısır’da en kötü ceza
olarak bilinse de, mezarından bile silindi.
Bu
yazıda zaten bu cezalandırmanın nedenleri üzerinde duracağım. Akhenaton’la
ilgili resmi tarih bilgisi isteyen okurlar için birçok kaynak önerebilirim. Ama
resmi tarih anlatmayacağım, tam tersine remi tarihe ters sorgulamalar
yapacağım.
Resmi
tarihe göre Akhenaton, 18. hanedanın son firavunlarından biri olarak, M.Ö.
1353–1336 yılları arasında, 17 yıl hüküm sürdü. Babası 3. Amenhotep’in son
dönemlerinde bir süre kral naipliği yaptı ve babasının ölümünün ardından tahta
çıktı. Annesi Tiya.soylu bir ailenin kızı olmayan, halktan gelen ilk
kraliçedir.
Tiya bazı kaynaklara göre 3. Amenhotep’in veziri olan, yaşamı sırasında
Mısır’ı etkin bir şekilde yönettiği için çok onurlandıran ve Mısır tarihinde
ilk kez Kral Vadisi’ne gömülen sıradan ölümlü olan Yuya’nın kız kardeşi,
bazılarına göre de kızıdır. Halktan gelmesine rağmen döneminde firavuna denk
bir güç olarak ülke yönetiminde yer almıştır.
4.
Amenhotep adıyla tahta çıkan genç firavun, iktidarının ilk yıllarında “Amon
mutludur” anlamına gelen adını, “Aton’un ruhu ya da Aton’un hizmetkârı”
anlamına gelen Akhenaton olarak değiştirdi.
Ve
bilinen tarihte ilk kez, tek Tanrıya inanan bir din kurdu. Bu dinin kurallarını birazdan
inceleyeceğiz.
Çok Tanrılı Mısır’da bu büyük devrimi gerçekleştirebilmek için, o
zamanki başkent olan Teb’den 300 kilometre uzakta, bugünkü adıyla Tel el
Amarna’da Akhetaton(Aton’un ufku) adlı yeni bir başkent kurdu. Bu şehirde ilk
kez tek Tanrı için bir mabet inşa etti.
İktidarda
kaldığı süre içinde, kurduğu bu yeni dinin yayılmasına ağırlık verdi. Tıpkı
babası gibi o da diplomasi ağırlıklı ve barışçı bir dış politika izledi. Kiya
ve Nefertiti isimli iki eşi oldu. Kiya’dan, kesin olmamakla birlikte, 2 oğlu,
Nefertiti’den 6 kızı dünyaya geldi.
Nedeni
bilinmeyen ama oldukça şüpheli ölümünden sonra, olanlar da kesin
bilinmemektedir.
Ancak
kendisinden sonra tahta çıkanların tahtta kalış süreleri ve kimlikleri konusu
daha da karışıktır.
Hemen
ardından tahta çıkan Semenkare’nin babası, yaşı, hatta cinsiyeti bile
belirsizdir. Bazılarına göre Akhenaton’un kardeşi, bazılarına göre eşi Kiya’dan
oğludur.
Bazıları ise onun bir kadın olduğunu iddia ederler. Akhenaton’un kızı
Meritaton’la evlenmiş, ve çok kısa süren iktidarından sonra –ki bu konu da
kesin değildir- Meritaton tahta geçmiş, arkasından vezir Ay kendisini firavun
ilan etmiş, son olarak yine akrabalıkları konusunda çok az şey bildiğimiz,
ancak bozulmamış mezarı sayesinde Mısır hakkında çok şey öğrendiğimiz meşhur Tutankamon
tahta geçmiştir. Tahta geçiş ismi Tutankaton’dur, ancak daha sonra Amon
rahipleri tarafından adının değişmesine ikna edilmiştir.
Sonra
iktidara gelen, ordunun başındaki general Horemheb’tir. Horemheb ve ardılları,
Akhenaton ve Horemheb’e kadarki bütün firavunları tarihten silmiş ve kraliyet
kayıtlarına göre, 3. Amenofis’ten sonra iktidara Horemheb gelmiş gibi
düzenlemeler yapmışlardır.
İBRAHİMİ DİNLERİN KÖKENİ
Bu kısa tarihçe
aslında çok önemli değil. Çünkü, resmi tarih her zaman sonraki iktidarlarca
yazılır. Bu yüzden, hele tarihin değiştirildiği bu kadar ortadayken, resmi
tarihi boş verelim ve alternatif tarih kaynaklarından yola çıkarak, hakikati
arayalım.
Birazdan
bahsedeceklerimin tümü, yazılı kaynaklarda yer alıyor. Benim katkım sadece
bunları toparlamak ve aradaki bazı kopuklukları fikir yürüterek tamamlamak
oldu.
Şimdi,
kutsal kitaplardaki ve resmi kayıtlardaki tarihi değil, farklı bir bakış
açısını değerlendireceğiz.
Milattan önce 1600’lere
gidiyoruz. Hz. İbrahim’in ülkesi Harran’a. Harran’da o zamanlar Mittani
Krallığı hüküm sürüyor. Tıpkı Hititler gibi, onların nereden geldikleri
belirsiz, ama İndüs ve aryan kökenleri biliniyor. Büyük olasılıkla
Hindistan’daki eski İndüs uygarlığının mirasçıları.
Mittani Krallığı’nda
yaşayan Abram, kutsal kitaplarda olduğu gibi birden tek Tanrıya inanmaya
başlamıyor, okuyor, araştırıyor, düşünüyor.
Tıpkı çağımız aydınları bizlerin yapmaya
çalıştığı gibi hakikati arıyor. Sonra tek Tanrı inancı güçlenince, etrafındakilerle
arasında bir fikir ayrılığı oluşuyor.
Bazılarına göre zulüm görüyor, bazılarına göre
ise, zulüm görmemek için Harran’a geliyor.
Harran bazı kaynaklara
göre dünyada ilk kurulan yerleşim, Hz. Adem’in şehri. Dünyanın ilk üniversitesi
ve ilk rasathane orada kuruluyor. Abram oradan da önce Filistin’e sonra Mısır’a
geçiyor.
Bu göç o tarihlerde
olağandır.Zira bölgede iklim değişikliğinden kaynaklanan ciddi boyutta kuraklık ve dolayısı ile uzun
süreli açlık hüküm sürmektedir.
Bu yolculuklar
sırasında adını Abraham olarak değiştiriyor.
İsimdeki “Brahma” benzerliği oldukça dikkat çekici, çünkü Brahma Hint
inanışında gücü herşeye yeten, herşeyi yaratmış olan ve her zaman var olan
Tanrının adı.
Mittani uygarlığının
İndüs kökenli olduğu düşünülürse, Hint Tanrılarının en güçlüsü Brahma’ya
inanmaya başlamış ve adının da bu yüzden Abraham yapmış olması kuvvetle
muhtemel.
Yani tek Tanrı
inancının olası kökeninde Hint inanışları olabilir. Burada daha az yaygın bir
başka bilgi daha var, bu teze göre aslında Abraham Mittani kralı Artatama’nın
ta kendisi…
Abraham (Hz.İbrahim)
sadece İslam dinine göre Mekke’de Kabe’yi inşa ediyor, diğer tek Tanrılı
dinlerde bu yok.
Aslında ilk tek Tanrı
mabedi Kâbe. İnanca göre oğlu Samuel-İsmail ile birlikte Kâbe’nin sütunlarını
dikerken Allah’a dua etmişler ve Kâbe’yi tek Tanrının evi olarak kutsamışlar.
Ama burada ilginç bir
detay daha vardır, bizdeki adıyla İsmail Kâbe’yi korumak için Mekke’de kalır.
Ve Hz. Muhammed’in ailesi Kureyşliler, ve Mekke’deki diğer 3 büyük aile,
soylarını Hz. İsmail ve Hz. İbrahim’e dayandırırlar.
Yani aslında bu iddiaya göre, Hz. Muhammed,
Abraham’ın soyundandır. Ve Hz. Muhammed, birer Yahudi olan Hz. Musa ve Hz. İsa
ile akrabadır.
Bu birazdan
göreceğimiz şekilde “sünnetli” olmasını da açıklayan bir donedir. Diğer
taraftan bazı yorumcular, Hz. Muhammed’in dinini yayarken, diğer tek Tanrılı
dinlerin, ve başta o zaman hâkim durumda olan Musevilerin tepkisini çekmemek
için, kendi atalarını da Hz. İbrahim’e dayandırmak istediğini iddia ederler.
Neyse biz konumuza
dönelim. Abraham Mısır’a gelir. Mısır’da Maat yasası uyarınca kölelik asla
olmamıştır.Peki olan nedir?
Bu bilgi çok önemli. Devlete vergi borcu olanların
bazıları şimdiki kamu hizmeti cezaları gibi, devlete borçlarını emekleriyle
ödemektedirler, ama hiçbir zaman tarihte anladığımız şekliyle bir efendi-köle
ilişkisi olmamıştır .
Bu da gösteriyor ki
hiçbir zaman Yahudiler Mısır’da köle olmamışlardır.
Abraham Mısır’da
yerleşir. Abraham ve yanındakiler Mısır’da güçlenirler. Hatta Hiksos dönemi
denen, “çöl prensleri”nin gelip Mısır yönetimini ele geçirmeye çalıştıkları
dönem olması sebebiyle, belki de doğrudan iktidara gelirler. Ama Hiksos’ların
Abraham ve soyundan geldiklerine dair bilgileri şimdilik bir kenara bırakalım.
YUYA-HZ. YUSUF
Mısır’da güçlenen yeni
göçmenlerden bir tanesi Firavun’un sarayında baş vezirliğe kadar yükselir. Bu
Yuya’dır. Yani bizim bildiğimiz adıyla Hz. Yusuf. Mumya resimlerinde de
görüleceği gibi, Yuya tam bir Asyalıdır.
Modern Mısır
tarihçileri kabul etmek istemese de hiçbir şekilde dönemin Mısırlılarına
benzememektedir. Bu farklı fiziği aslında “güzel” olması efsanesiyle de
örtüşmektedir.
Yuya yani Hz.Yusuf
daha önce sıradan hiçbir insana verilmeyen ünvanlar ve yetkilerle Mısır’ı
mükemmel bir şekilde yönetirken, bazı kaynaklara göre kızı, bazılarına göre kız
kardeşi olan Tiye’yi Akhenaton’un babası 3. Amenofis’le evlendirir.
Yani kraliyet ailesine
kendi kanının da katılmasını sağlar. artık firavun ailesi de, sonra doğacak
olan Akhenaton da Abraham’ın torunlarıdır.
Bu bölüm de önemli,
çünkü daha sonra bu kanı taşıyanların Mısır’da iktidardan uzaklaştırılmasına,
hatta tarihten silinmelerine de tanık olacağız. Ama aynı şekilde, tek Tanrı’lı
dinlerin bütün peygamberleri gibi, Akhenaton’un da Abraham’ın genlerini
taşıması da çok ilginç.
Yuya Abraham’ın
Harran’dan getirdiği tek Tanrı fikrine bağlı kalmayı sürdürmektedir. Eski
Mısır’da o zamanki adıyla On adını taşıyan Heliopolis’te zaten gizliden gizliye
öğretilen bir tek Tanrı bilgisi vardır.
Bu inanca göre Ra en büyük Tanrıdır, ve aslında diğer
Tanrıların da Tanrısıdır.
Zaman içinde Ra-Horus,
yani Re-Herakhti adını almıştır, ama gizli bir kardeşlik örgütü, Heliopolis’te,
hangi tarihten ve hangi uygarlıktan geldiği belli olmayan bir tek Tanrı
bilgisini korumaya devam etmişlerdir.
Osiris rahipleri de
aynı bilginin koruyucularıdır. Yuya’nın atalarının tek Tanrı bilgisi ve
Mısır’da kapalı bir çevrede korunan bu tek Tanrı bilgisi dünyaya yayılmak için
zaman kollamaktadır.
Yuya torunu ya da
yeğeni olan ve tahta 4. Amenofis adıyla çıkması beklenen delikanlıda, aradığı
öğrenciyi bulmuştur. Genç kral adayına, tek Tanrı bilgisini ve sevgisini
aşılar. Ve onu tek Tanrı inancına gönülden bağlar.
4. Amenofis tahta
çıktığında, henüz gençtir. Tıpkı Yuya gibi, tek Tanrıya inanan bir aileden
gelen ve güçlü bir kadın olan annesi Tiya’da onu etkilemiştir.
Yuya’nın iktidarı
sırasında atalarının yurdu olan Mittani Krallığı’yla ilişkiler güçlendirilmiş
ve Mittani Kralı’nın kızı Kiya babası 3. Amenofis’le evlendirilmeye
gönderilmiştir. Fakat o yoldayken 3. Amenofis ölünce yeni firavun gelen
prensesle evlenmek zorunda kalır. Kiya’da Mittani-Harran-Sümer inançlarının
takipçisidir ve tek Tanrı fikrini onaylamaktadır.
Sonra birden ortaya
Nefertiti çıkar .
Nefertiti’den nereden
geldiğini kimse bilmemektedir. Adı “güzellik geldi” anlamındadır. Bazıları
bunun “güneyden ya da uzaktan gelen güzel” olduğunu iddia etseler de, her
halükarda bu isim Nefertiti’nin gerçek adı değildir, bu isim sonradan konmuştur.
Nereden geldiği meselesi bugün hala
bilinmemektedir. Büyük olasılıkla Yemen’den
yani Saba ülkesinden gelen bir Saabidir, Mittani krallığından gelen bir
prenses, hatta Isis’in yeniden bedenlenmesi olduğunu iddia edenler olmuştur.
Nefertiti gelir gelmez Akhenaton’un bir numaralı eşi durumuna gelir. Her yerde
Akhenaton’un yanında yer alır. Ve Akhenaton’un inancını paylaşır. Akhenaton’a 6
kız evlat verir.
TEK TANRILI İLK DİN
KURULUYOR
Nefertiti ile evlenir evlenmez, Akhenaton Aton dinini
ortaya atar. Aton aslında eskiden beri bilinen bir Tanrıdır. Babası 3. Amenhotep de
Aton için adaklarda bulunmuştur. Ancak yeni dinde çok Tanrılı panteon ortadan
kalkar. Aton tek Tanrıdır, başka Tanrı
yoktur.
Bu devrimi, çok
güçlenen, adeta her devlet kararı için fetva alınmak zorunda kalınan Amon
rahiplerinin gücünü azaltmak için yapıldığı iddiasıyla küçümsemek isteyen
yorumcular vardır.
Oysa ilk kez tek
Tanrılı din bir devlet dini olarak ortaya çıkmıştır, ve Akhenaton bu tavrıyla
çok büyük mücadeleleri göze almıştır. Bu yüzden sadece politik bir hareket
olduğu iddiası kesinlikle yanlıştır, ama devrimin doğal bir sonucu olarak, Amon
rahiplerinin, ve diğer çok Tanrılı dinlerin rahiplerinin gücü çok azalmıştır.
Akhenaton’un yeni
dinini biraz uzunca inceleyeceğiz.
Önce Akhenaton’un
Tanrısı Aton’a yazdığı şiirle başlamak gerek.
Tanrı, uludur, birdir,
tektir.
Ondan başkası yoktur.
Bir tanedir,
O’dur her varlığı
yaratan.
Bir ruhtur Tanrı,
görünmeyen bir ruh…
Ta başlangıçta vardı
Tanrı.
Tek varlıktı o.
Hiçbir şey yokken o
vardı.
Herşeyi o yarattı…
Ezelden beri gelen
varlığı,
Ebediyete kadar
sürecek.
Gizlidir Tanrı, kimse
görmemiştir onu.
İnsanlara ve
yarattıklarına sır kalır her zaman…
Bu şiirin altına imza
atmayacak herhangi bir tek Tanrılı din mensubu var mıdır? Akhenaton’un tek
Tanrısına yazdığı bu şiir, bizlerin bugünkü inançlarının içinde aynen
mevcut. Hatta ilk iki dizede, İslam dinindeki “Allah-ü ekber”, ve “La
ilahe illallah” bile var. Ama bu metnin bildiğimiz tarihteki ilk metin olması özelliğini
vurgulamak gerek. Çünkü, biraz sonra detaylarını göreceğimiz şekliyle, aslında
bütün dinlerin kökeninde bu mesajlar var.
Akhenaton’un Tanrısı
Aton, bir güneş diskiyle sembolize ediliyor. Başka bir şekli yok. Halbuki o
güne kadar bütün Mısır Tanrıları ve hatta başka kültürlerdeki Tanrılar da, hep
formlarla, insan ya da hayvan figürleriyle sembolize edilirken, Aton’un hiçbir
formu yok. Sadece gökteki güneşle gösteriliyor.
Bu konuda çok ilginç,
çünkü varsayılan Mu Uygarlığı’nda da, dünyada bir anda ortaya çıkan Sümer,
Mısır, Maya ve Harran’daki Sabilere kadar bir sürü kültürde de tek Tanrı hep
güneş sembolüyle açıklanmıştır.Bu gün hala Japonya’da bu gelenek vardır ve
bayrakları da güneş sembolüdür.
Burada Aton’un
Akhenaton ve Nefertiti’yle nasıl resmedildiğine biraz bakmak gerek. Resimlerde
Firavun insanlaşıyor ve eşiyle eşit. Çocuklarını şefkatle seven bir baba.
Dönemin sanatının bir cilvesi, Akhenaton’un bazı heykelleri, onu, yine sembolik
olarak eril ve dişili kendinde birleştirmiş olduğunu anlatmak için,
feminen yönleriyle de gösterince, hasta olduğu ya da cinsel tercihleri
sorgulanmış. Ama ona ait resim ve heykellerin çok büyük bir çoğunluğunda normal
bir insanken, şu anda Kahire Müzesi’nde olduğu için en çok bilinen heykelinin
referans alınması bir bilgi eksikliği…
Dini incelerken ilk
dikkat etmemiz gereken Aton sözcüğünün kökeni. Hermetik öğretide tek Tanrının
adı Atum. Aton sözcüğüne çok benziyor. İkincisi tek Tanrının İbranicedeki
isimlerinden biri olan Adonai sözcüğü. Üçüncü benzer kavram, aynı isimli
bilinen Tanrıdan farklı olan, Suriye’deki tek Tanrı olan Adonis. Aton
kendi kendisini yaratmış, ve daha sonra herşeyi yaratmış olan ve daha önce hiç
rastlanmadığı şekliyle hem anne hem de baba olan bir Tanrı. Her iki cinsiyeti
de taşıması çok önemli, çünkü evrensel düaliteyi kendinde birleştiren bir Tanrı
fikri ilk kez gündeme geliyor. Aynı şekilde Akhenaton da kendisini Mısırlıların
hem babası, hem de alışık olunmadığı tarzda, annesi olarak konumlandırıyor.
Yani eril ve dişilin, Rahman ve Rahim’in, siyah ve beyazın bileşkesi…
Aton bütün evrenin
Tanrısıdır. Bu da yeni bir kavram olarak gündeme gelir, çünkü bundan önce
Tanrılar güney ya da kuzey Mısır’ın, ama çok daha önemlisi sadece Mısır’ın
Tanrılarıyken, düşman hatta barbar kabul edilen ülkelerin de Tanrısı olan bir
tek Tanrıdır. Bu da büyük bir devrimdir, çünkü bazı Tanrıların kişisel olduğu,
ailenin diğer bireylerinin bile aynı Tanrıya tapamadığı bir dönemden
bahsediyoruz. Bir Tanrının, size kötülük yapanların da Tanrısı olabileceğini o
dönemlerde kabul etmek çok zor. Yani hayır ve şerrin o tek Tanrıdan geldiğini hazmetmek…
Aton’un en önemli
özelliği her zaman olumlu olmasıdır. Daha sonra gelen tek Tanrılı dinlerin
Tanrı fikirleri, bazen şefkat, bazen şiddet mesajları verirken Aton her zaman
barıştan, sevgiden yanadır. Tanrının celal yüzleri yok gibidir. O her zaman hem
baba, hem anne şefkatinin sembolüdür. Daha sonra Yehova’nın ve İslamiyet’teki
Allah’ın cezalandırıcı vasıflarına sahip değildir. Bu da tek Tanrılı dinlerin
ılımlı izleyicilerinin, ve belki de sırf bu yüzden izlemeyenlerinin aklındaki
Tanrı fikrine daha uygun bir modeldir. Ceza, ateşlerde yakmak, cehennem gibi
kavramlardan uzak bir tek Tanrı…
Aton bütün yaratılışın
Tanrısı olarak hem kadınların hem erkeklerin Tanrısıdır. Akhenaton ve Nefertiti
onun iki yönünü sembolize edecek şekilde bütün resimlerde hep beraber sembolize
edilmiştir. Yani aslında kutsal üçleme Aton-Akhenaton-Nefertiti olarak
oluşmuştur. Akhenaton’un bir diğer şiirinde “yumurtaya can veren” Tanrı olarak
geçen Aton, “kendi birliğinde, milyonlarca formu” olan Tanrı olarak açıklanır.
Yani aslında tasavvuftan kabalaya kadar, bütün ezoterik yolların mesajı bu
cümleyle özetlenir.
Aton sadece ışıktır.
Işık ya da nur ve ziyadır. Öğle vakti gölgeler yok olduğunda, yani ışığın
zirvesinde, o da gücünün zirvesindedir, ve inananlarını destekler.
Dinin temel kuralları
şöyledir:
• YARATILIŞA
İNANILIR.
• RUHUN
VARLIĞINA VE ÖLÜMDEN SONRASINA İNANILIR.
• ÖLEN
KİŞİLER İÇİN CENAZE TÖRENİ YAPILIR.
• ÖLEN
KİŞİ DÜNYADA YAPTIKLARINA GÖRE YA ÖDÜLLENDİRİLİR YA DA
CEZALANDIRILIR.
• İBADETHANELERE
GİRMEDEN ÖNCE RİTÜELİK BİR TEMİZLİK YAPILIR,
TEMİZLİK ÇOK ÖNEMLİDİR.
• CİNSEL
İLİŞKİDEN SONRA BÜYÜK BİR TEMİZLİK YAPILIR.
• İBADETHANEDE
SECDE EDİLİR.
• DİNİ
BİR EYLEM OLARAK HAYVAN KURBAN EDİLİR.
• ERKEKLER
SÜNNET EDİLİR.
• DOMUZ
ETİ YENMEZ.
• PUTLAR
YASAKTIR, HİÇ BİR ŞEKİLDE PUTA TAPILAMAZ.
Burada durmak lazım.
Abdest, sünnet, domuz eti, kurban, secde ve bildiğimiz kuralların çoğu zaten
burada.
Özellikle sünnet çok
önemli. Hz. İbrahim’in Mısır’a gelirken neden sünnet olduğunu şimdi daha iyi
anlıyoruz, çünkü Mısır’daki seçkinlerin arasına kabul edilebilmek için bu detay
yaşamsal. Aslında sünnet bir işaret. Ölülerin canlanacağı gün, kimlerin seçkin
olduğunu gösterecek bir gösterge. Ama Musevi inancının, ve İslam dininin bir
kuralı olması, sadece Hz. İbrahim’in Mısır’da kabul edilebilmek için razı
olduğu bir işlem olmasından kaynaklanıyor. Hristiyanlıkta olmasa da, bir Yahudi
olan Hz. İsa da, Hz. Muhammed de sünnetli. Zaten sünneti izlediğimizde dinler
tarihini çok daha iyi anlayabiliyoruz.
İbadet konusu da
ilginç. Her sabah, her öğlen, ve her akşam tapınakta toplanan halk, hep bir
ağızdan, baştaki örnekte olduğu ve adeta Kelime-i Şehadet getirir gibi,
“Aton’dan başka Tanrı yoktur, Akhenaton onun elçisidir ve ışığını bize
ulaştırır” demektedir. Ayinlerde Firavun Akhenaton ve Nefertiti de halkla birlikte
yer alırlar. Hiçbir şekilde ruhban sınıfı yoktur. Evet, tek rahip Akhenaton’un
kendisidir, ama başka bir aracı yoktur.
Başlangıçta Akhenaton
hoşgörülüdür, Aton dinini halka hoşgörüyle aktarmaya çalışır. Bir sabah
ayininde, güçlerini kaybettikleri için Amon rahiplerinin organize ettiği bir
suikasttan kurtulunca, sertleşir. Bütün tapınaklarda diğer Tanrılara ait
resimleri, heykelleri yok etmeye başlar. Tarihin ilk put kırıcısı haline gelir.
Ve tek Tanrılı dinlerdeki puta tapmama geleneğini başlatır. Hz. Musa ve Hz.
Muhammed’in put kırma hikayelerinin ilhamı da Akhenaton’dan gelir.
Hayatının geri
kalanını Aton’a ibadetle ve onun için şiirler yazmakla geçirir. Ölümünden 3 yıl
kadar önce, Nefertiti geldiği gibi esrarengiz bir şekilde kayıtlardan çıkar.
Kızı Meritaton onu yerine geçer. Birçok kaynak, Nefertiti’nin Akhenaton’un
beklenen ölümünden sonra idareye geçmek için saklandığını, ya da daha büyük
olasılıkla kimlik değiştirdiğini savunurlar.
Ve bir gün Akhenaton
ölür. Ölümü kesinlikle şüphelidir. Çok büyük olasılıkla zehirlenerek
öldürülmüştür. Yerine Semenkare geçer. Semenkare ilginç bir kişiliktir.
Akhenaton’un Kiya’dan olma üvey kardeşi, oğlu, üvey oğlu olması olasılıkları
vardır. Ama çok daha büyük bir olasılık, onun kılık değiştirmiş bir kadın olduğudur.
Semenkare’nin iktidarı
kısa sürer. İddiaya göre Amon rahiplerinin bir şifa çalışması sırasında
öldürülür. Zaten Akhenaton’un ölümünden sonra dinin karizmatik lideri
kaybolduğu için dinin takipçileri zaten huzursuzlaşan halk ve Amon rahipleri
karşısında zayıflamışlardır.
Bir süre Meritaton
ülkeyi yönetir. Fakat onun da gücü giderek artan muhalefeti bastırmaya yetmez
ve bir süre sonra vezir Ay başa geçer. Ay görünürde Amon rahiplerini
rahatlatacak tavizler verir, ama aslında mezarına Akhenaton’un Aton için
yazdığı şiiri koyacak kadar Aton dininin içindedir.
EXODUS-GERÇEK HİKAYE
İşte tam bu dönemde,
artık dinin ve takipçilerinin Mısır’da yaşamlarını sürdüremeyecekleri ortaya
çıkar. Mısır soylularından, ve aslında Abraham ve Yuya’nın kanından gelen, adı
o zamanki Mısır dilinde “oğul” anlamına gelen Moses(Hz. Musa) devreye girer.
Gerçekte yaşayıp
yaşamadığı tarihi kayıtlarda yoktur. Kimin oğlu olduğu konusunda farklı
fikirler vardır. Sigmund Freud, ölmeden önce yazdığı son kitabında, onun
Akhenaton’un kendisi olduğunu bile ileri sürer. Hz. Musa’nın liderliğinde
Mısır’dan ayrılmanın yollarını ararlar. Ve Hz. Musa’nın ve Yuya ve Abraham’ın
akrabaları olan çöl kavmi Habiru’lar (Hebrew) Kenan yani Filistin
bölgesinde yaşamaktadırlar.
Dinin takipçileriyle
birlikte, ve Firavun’a rağmen değil, tam tersine, bu dinin ve bu kavmin
Mısır’dan bir an önce uzaklaşmaları için Firavun’un kolaylaştırıcı desteğiyle
Mısır’dan ayrılırlar. Zira o dönemde, büyük bir grubun yürüyerek yaptığı uzun
bir yürüyüşü, bir atlar ve arabalarla dolu bir ordunun durduramaması
imkânsızdır. Ayrıca, yine aynı dönemde, Akhenaton ve sonrası tarihten silinmeye
çalışılsa da, Mısır’da olağanüstü bir devlet kayıt sistemi vardır, ve
Kızıldeniz’in ikiye ayrılmasından ya da herhangi bir askeri kayıptan asla söz
edilmemektedir.
Hz. Musa’nın on
emri, Şabat gününe saygı duyulması bölümü hariç, Akhenaton’un inşa ettiği
başkentteki duvar yazılarında da yer alan, Ölüler Kitabı’ndan alınmadır. Yani
elbette, Sina dağında taşların üzerine de yazılmış olabilir, ama daha önce bu
kurallar Mısır dininde ve Akhenaton’un yeni dininde aynen mevcuttur. Tıpkı,
sünnetin, domuz yememenin, putlara tapmamanın olduğu gibi…
Hz. Musa Aton-Adonai
adlı Tanrısını, geldiği yerde bulduğu uzak akrabalarının ve yerel halkın şiddet
dolu yanardağ Tanrısı olan Yehova’yla birleştirir.
Burada ilginç bir not
da Hz. Musa’nın konuşamaması meselesidir. Hz. Musa Mısır’da büyümüş bir Mısırlı
olarak elbette yerel dilde konuşamaz, ve aslında Hz. Musa hariç bütün erkek
çocukların öldürüldüğü iddiasına rağmen nasıl varolduğu belli olmayan kardeşi
Hz. Harun onun tercümanıdır.
Kurulan yeni dindeki rahipler, daha sonra çok
tartışılan bir şekilde sadece Mısır’dan gelen ailelere bırakılmıştır. Yerel
halk rahip olamamıştır, çünkü gerçek bilgi ve sır, aslında dinin kökeninin
Mısır’da olduğunu ve Akhenaton’u saklamaktadır. Ve din ikiye ayrılmıştır.
Dışarıdakiler için sert, Yehova ağırlıklı din, Mısır’dan gelen içerdekiler için
yumuşak, Adonai ve Elohim ağırlıklı din, yani Kabala.
Freud’a göre puta tapmaya
devam etmek isteyen Yahudiler Hz. Musa’yı öldürmüşlerdir. Öyle olmasa bile, en
azından iki farklı Hz. Musa olduğu sık tartışılan bir tezdir. Birincisi yumuşak
başlı dini lider, diğeri sert ve siyasi Hz. Musa. Bu iki farklı karakter ve iki
farklı din anlayışı hep varlığını korumuş, krallıklar ve Babil sürgünü
sırasında kurumsallaşmıştır.
SERTLEŞEN DİN
Fakat Yahudiler, o
zamanki konjonktür ve kurallar nedeniyle, başlangıçta daha sert olan Yehova
kavramını seçmişler, sürgünde yazılan ve milliyetçi duyguları canlandırmayı
amaçlayan Eski Ahit bu yüzden savaş ve kanla dolmuştur.
Eski Mısır bilgisi ve Sümer efsaneleriyle
süslenen inanç modeli başlangıçtaki din modelini değiştirmiştir. Yine de
içerideki kapalı grup tarafından, yumuşak, sevgi dolu Tanrı fikri ve bu Tanrıya
sadece arınarak, nefis terbiyesi ve sevgi yoluyla ulaşılabileceği bilgisi
korunmuştur.
ESENNİLER
Bir süre sonra tek
Tanrı inancının bozulduğunu gören bir grup Musevi, ayrı bir tarikat kurmuştur.
Elbette bu amaçla bir çok tarikat kurulmuştur, ama bu tarikat özel bir öneme
haizdir..
Esseniler denen bu
tarikat, Tanrının iyi ve güzel yanlarını ortaya çıkarmıştır. Esseniler dindar
Yahudiler olarak, bozulduğunu düşündükleri dinin yerine, kavramlarda çok daha
yumuşak, ama uygulamada katı yeni bir anlayış kurmuşlardı. Bu gizemli grubun
inancının Hint öğretilerinden de etkilendiği, ama aslında eski Mısır’ın temel
ahlak yasası olan Maat inancına uygun, yani hakikate göre yaşama prensibinde
oldukları bilinmektedir. Bugün bu tarikatın bir çok ezoterik kardeşlik
örgütünde çok büyük etkileri olduğu da bilinen bir gerçektir.
HZ.İSA’NIN MESAJLARI
O dönemde Roma devlet
sistemi mükemmele yakın kayıtlar tutarken, bu kayıtlarda asla yer almayan,
hakkındaki bilgiler gerçek ve tarihi bir kişilik olan Apollonius’la neredeyse
aynı olan, Hz. İsa Esseniler’in bir takipçisi olarak ortaya çıktığında mesajı
yine budur.
Ahlak ve sevgi. Yüce
Yaratan’ın bilgi ve sevgisini anlatır ve insanlara sadece seven, müşfik bir
Tanrıdan bahseder. Bu tek Tanrıyı mutlu etmek için Mısır’daki Maat yasasına
göre yaşamak yeterlidir. Ama Hz. İsa beklenen Mesih olduğunu iddia ettiği ve
Yahudi Kralı olmak istediği için, Esseniler, Hz. İsa’nın gizli öğretiyi halka
açmasından çok memnun olmazlar.
Ve yeraltına
çekilirler. Hz. İsa bilinen şekilde mesajlarını verip, Tanrı’nın yanına
gittikten sonra, takipçileri de Esseniler gibi sessizleşirlerse de, Saul ya da bilinen adıyla Paul isimli bir
Yahudi, aslında İsa’yla hiç karşılaşmamış olmasına rağmen havari kabul edilen
bir “aziz”, İsa’nın mesajlarını ters yüz ederek yeni bir din kurar.
Buradaki Tanrı yine kızgın da olabilmekte,
cehennem ve şeytan gibi kavramlar devreye girmekte, insanlar Tanrı sevgisi
yerine Tanrı korkusuna yönlendirilmektedir. Sonra Aziz Peter’in hayali mezarı
üzerine Roma’da kilise kurulur. İsa’nın ölümünden 300 yıl sonra toplanan İznik
Konsül’ü İsa’nın mesajlarının yanında, onun mesajı olmayan bir sürü kavramı da
yeni dinin içine almıştır.
Aynı konsül, Apollonius’la ilgili de çok
ilginç kararlar almıştır. Hz. İsa’nın gerçek mesajları Kumran’da ve Nag
Hammadi’de bulunan ve artık reddedilemeyen gerçek İncillerde mevcuttur. Ve
Paul’ün anlattığı dinden çok farklı, aslında sadece Museviliğin sevgiyle bir
olunan Tanrı inancı ve Mısır’daki Maat yasasını anlattığı bir Yahudi mezhebi
önermiştir.
MEKKE
Bu kez Mekke’de yeni
bir din doğar. Hz. Muhammed tamamen putlara taparak yaşayan insanlara tek
Tanrıdan bahsetmiştir. Hz. Muhammed’in anlatıldığı gibi cahil olmadığı, bir çok
eğitimden geçtiği bellidir.
Birçok yorumcu
kabalist hocalardan, Musevi öğretilerden de bahseder. Kuran’da en çok adı
geçenlerden birinin Hz. Musa olması da zaten tesadüf değildir. Atası
Abraham’ın, yani Hz. İbrahim'in tek Tanrı için inşa ettiği ve putları
dolduracak kadar kuvvetli inançları olan Mekke’deki insanları tek Tanrı bilgisi
ve sevgisine ikna etmek çok zor olmuştur.
Mesajlarını ilk
verdiğinde herkes Hz. Muhammed’in Sabi dinine geçtiğini düşünmüştür. Çünkü
öğretilerinin büyük bir bölümü Sabilikten etkilenmiştir. Zaten kutsal
kitaplardan sadece Kuran Sabileri tek Tanrılı dinler arasında saymıştır.
İslam’ın şartları arasında yer alan namaz
kılma, oruç tutma, hac, oruç tutmak, abdest almak, kurban kesmek, tavaf, üç
aylar gibi inanç ve ritüeller tamamen Sabi kökenlidir.
Bütün bu inançlar, söylendiği gibi, o
dönemdeki Arapların gelenekleri değil, Sabi dininin gerekleridir. Hatta namaz,
ya da doğru tabirle salat, tamamen Sabilerden alınmıştır. Sabilerin güneşe
taptıkları gün bugün Sunday, Aya taptıkları gün Monday ya da Lundi, Merkür için
Mercredi, Satürn için Saturday ya da Samedi olarak, Latin kökenli dillerde
yaşamaktadır.
Başlangıçta böyle bir
kural olmamasına rağmen, Hz. Muhammed bütün ibadetlerini neden olduğu
bilinmeyen ama Musevi inancına saygısının bir işareti olduğu reddedilemeyecek
bir şekilde Kudüs’e dönerek yaparken, Medine hicreti sonrasında hicret edenlere
geri dönüş ve zafer umudu aşılayacak şekilde Kâbe’ye dönerek dua etmeye
başlamıştır.
Zaten adı huzur ve barış anlamına gelen yeni
dinin kırılma noktası da burası olmuştur. Bazı İslam bilginleri Mekke’de gelen
ayetlerle Medine’de gelen ayetlerin içerik ve üslup açısından farklarına da
dikkat çekmişlerdir. Mekke mesajları yani Mekki ayetler evrensel ve sevgi
ağırlıklıyken, Medine ayetleri yani Medeni ayetler yerel ve korku ağırlıklı
bulunmuştur. Medeni ayetlerin toplumsal hayattan medeni hukuka, devlet
örgütlenmesinden kadınların giyimine kadar birçok konudaki düzenlemeleri, Hz.
Ömer’in doğrudan müdahalesi sonrasında gelen ayetlerdir.
Hz. Muhammed, Hz. Musa
ve Hz. İsa’ya göre yaşadığı kesin olan, mesajlarını direkt olarak kendisi
aktarmış, ve iyi bilinen tarihi bir karakterdir. Fakat Hicretteki sürgünün özel
şartları olan Medeni ayetler ve Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkan
yeni İslam yorumları, sünnet ve hadis kavramları, Kuran’ın ve bizatihi Hz.
Muhammed’in uyarılarına karşın, yeni bir din oluşturmuştur. Bunun üzerine,
Tanrı sevgisini savunanlar, batıni bir İslam anlayışına geçmiş, ama büyük
kalabalıklar, zahiri yani görünen İslam’ın korku dolu mesajlarını
benimsemişlerdir.
SONUÇ
Şunu bilmeliyiz ki,
Hristiyanlık ve İslam Museviliğin birer türevi olarak ortaya çıkmış iki dindir.
Musevilik ise doğrudan eski bir Mısır inancından kaynaklanmıştır. Dolayısıyla
aslında bugünkü hâkim dinler, Akhenaton’un dininin takipçileridir.